“Metin Akpınar’ın sözleri suç mudur?” Buna yargı karar verecek; adalet, eninde sonunda tam olarak yerini bulacaktır!

Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert tepkisi üzerine, savcılığın bir pazar günü ceza soruşturması başlatıp, pazartesi sabahı polisleri Metin Akpınar’ın başına dikip, savcılığa giderek ifade vermeye zorlaması, eminim kendisini veya sözlerini sevmeyenler arasında bile bir adaletsizlik hissi yarattı.

Polis aracına bindirilmemiş, kendi aracıyla gitmesine izin verilmiş, önce karakolda ifadesi alınmamış, doğrudan savcının huzuruna çıkarılmış ise de, olağan uygulama böyle değil. Metin Akpınar’a yapılan “olağanüstü saygılı” muameleden herkesin yararlanmayacağı, geçenlerde Türkiye’nin en saygın ve en yetkin akademisyenlerinden, aynı zamanda Hukuk Fakültesi Dekanı da olan Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın, bir şafak vakti evinden alınmış olmasından belli. Ortada garip ve mantıksız bir hukuksuzluk durumu var; o da şu:

Cumhurbaşkanını uygunsuz bir dille eleştirirseniz, bir savcı anında sizi polise yakalatabilir, ifadenizi alarak tutuklanmanızı isteyebilir; bir hakim serbest bırakıncaya kadar özgürlüğünüzü kısıtlayabilir.

Suç teşkil etse bile, söz ağızdan çıkarak söylenip bitmiş; yaşı, mevkii ve maddi imkânları şüphelinin devletin gücünden ve erişiminden kaçmasına yetmediği hallerde bile tutuklama kararları verilmesi, özgürlüğümüzü bir söz üzerine ansızın kaybetme korkusunu elle tutulur hale getirmiş bulunmakta.

Ortada böyle bir tedirginlik varken, savcıların özgürlükleri kısıtlayabilmesi toplumda daha da büyük endişeye sebep olmakta

Bir mahkeme kararı olmaksızın, ister polis isterse postadan bir tezkere gönderilmesi yoluyla olsun, vatandaşın savcıya ifade vermeye davet edilmesi, davete

icabet etmediği takdirde zorla götürüleceğinin ima bile edilmesi, birey özgürlüklerini savcıların iki dudağı arasına yerleştirmekten farklı değildir. Bir soruşturma yürütmeleri sebebiyle, savcılara kişilerin özgürlüklerini kısıtlama yetkisi verilmesi kanaatimce Anayasamızda da yer alan temel hak ve özgürlükleri özünde ihlal eder. Çünkü savcıların doğal işlevleri, suç işlendiğine kanaat getirdikleri durumlarda, mahkemede kamu adına suçlamada bulunarak bir ceza davası açmaktan ibarettir.

Fakat günümüzde savcılar, özgürlüklerimizi kısıtlama konusunda mahkeme benzeri yetkilerle donatılmıştır.

Kapsamlı bir reform yapılıp da yargı sistemimizde, savcılar avukatlarla aynı seviyeye getirilmediği, kullandıkları yargısal yetkiler, uzmanlaşmış sorgu ve delil toplamakla görevli mahkemelere verilmediği sürece, benzer sıkıntılara ve hak ihlallerine katlanmak; gelişmiş ülkelerdeki özgürlük ortamını özlemek durumundayız. Kimilerimiz Metin Akpınar gibi doğrudan, kimilerimiz Turgut Tarhanlı gibi önce polis tarafından sorgulandıktan sonra savcıya ifade vermek üzere, savcıların takdir ve talimatı ile edeceği şekilde özgürlüklerimizden kısa süreli de olsa mahrum edileceğiz. Kimimiz evimizden, kimimiz otel odamızdan polisle alınırken, kimilerimize savcılığa müracaat ederek ifade vermemizi isteyen yazılar gelmeye devam edecek.

Bu mesele bugünlerin değil, yıllardan beri süregelen kötüleşmenin, özellikle de cunta çevrelerine yakın bir kısım aklı evvellerin 1980’lerde sorgu mahkemelerini ortadan kaldırarak, hakimlerin kullanması gereken bir kısım yetkileri savcılara veren değişikliklerin sonucudur.

En başta ifade etmek gerekir ki; adil yargılamanın doğasına ve gereklerine (diyalektiğine) aykırı olarak, kendilerine doğal işlevlerinin sağlayabileceğinin ötesinde önem ve güven atfedilmesinin bir tezahürü olarak savcılar, mahkemelerde hakimlerle aynı kürsüyü, dosyayı ve binayı paylaşırlar. Yargılamada eşit seviyede olması gerekirken, suçlayıcı olan savcıların savunmadan daha yüksekte ve hâkim ile içli dışlı bir durumda bulunması yıllardır haklı olarak eleştirilmektedir.

Daha da önemlisi; savcılar neredeyse hâkim gibi olağanüstü yetkiler kullanır;

şüphelileri yakalatarak huzurlarına getirtir, sorguya çeker, çoğu zaman sorgulama yetkilerini bizzat yerine getirmeden önce kolluk görevlilerine yaptırtırlar. Kanun kendilerine yetki vermediği halde, gelenekselleşmiş fiili uygulamalar nedeniyle kolluk görevlileri de, sanki böyle bir kanun varmış gibi, savcının yerine geçerek şüphelilerin ifadesini alırlar.

Sonuçta, hürriyetinden mahrum edildiği andan itibaren en kısa sürede yargıç önüne çıkarılması gereken şüpheliler, önce karakollarda bekletilir. Bireyler, yakalanmış olmanın ve karakol ortamının baskısı altında kolluk görevlilerine ifade verir ve sorgulanırlar. Şüpheliler, kolluğun takdirine göre en uzun tutma süresinin sonuna kadar bekletilme gibi, denetlenmeyen muameleye tabi olur; kolluğun kanaatine göre, bir nevi karakolda terbiye edilirler. Karakolda tutulmuş ve sorgulanmış olan şüpheliler, bir de “huzuruna” çıkarıldığı savcı tarafından tekraren sorgulanırlar. İki kere yapılan bu sorgulamanın birisinin lüzumsuz ve her iki halde de rızası hilafına sorgulanan bakımından cezalandırıcı olduğu açıktır.

Yakalama ve sorgulama sırasında, şüpheliye müdafiden yararlanma hakkı tanınması, işlemlere itiraz hakkı verilmesi, müdafilerin kolluğun bütün işlemlerini etkin bir şekilde denetleme ve aykırılıkları giderme imkanı vermediği gibi, şüphelinin anayasal hak ve özgürlüklerini korumaya yeterli ve ehil değildir.

Diğer bir husus ise, savcıların adliye binalarının yöneticisi olmalarıdır. İçinde mahkemelerin görev yaptığı adliye binalarının yönetimi görevini de üstlenen savcılar, adliye binalarında hâkimlerle komşu odalarda görev yapmakta, hatta mahkemelerden daha gösterişli ve geniş imkânlara sahip bulunmaktadır. Savcılıkların görüntüsü, mahkemelerin bağımsızlığının gerektirdiği itibarı zedelemektedir.

Savcılıklara verilen bu yetkiler onlardan alınarak ,1980’lerde – düşüncesizce – kaldırılmış bulunan sorgu ve delil mahkemelerine geri verilmelidir.

Hiç kimse, yargılamanın bir tarafı olan savcıların tek taraflı bir işlemi, savcılar örneğinde, iddianame düzenlenmesi ile suçlanabilir olmamalıdır. Savcıların soruşturmaları sırasında, kişilerin özgürlüklerinin az ya da çok şekilde kısıtlanması veya soruşturma sonucunda bir kişiye bir suçlama yapılabilmesi, mutlaka bir mahkeme kararına bağlı olmalı ve bu karar tam olarak toplanılmış bulunan delillerin bir sorgu ve delil mahkemesi hâkimi tarafından yargısal süreçte değerlendirmesi sonucunda verilebilmelidir.

Gelişmiş yargı sistemlerinde bunun örnekleri mevcuttur. İddia ve savunmaya karşı tam tarafsız konumda olan sorgu mahkemeleri, delilleri toplanmış ve ön sorgulamaları yapılmış olarak tekemmül ettirilmiş dosyaları, nihai yargılama ve hüküm için yetkili ve yetkin mahkemelere intikal ettirmelidir. Bu sağlıklı ve etkin bir yargılama ve hatta tek duruşma ilkesinin hayata geçirilebilmesi için şarttır.

Böylece kişilerin özgürlükleri daha etkin olarak güvence altına alınabilir.