AB Türkiye Raporu: Acıyı kim söyler, doğruyu kim dinler?

Avrupa Birliği Komisyonu 2022 yılı Türkiye gözlem raporunu yayınladı. Uzun uzun tartışmayı hak ettiği halde raporun ülke gündemine girmesiyle çıkması bir oldu adeta saman alevi gibi söndü. AB raporu bir yandan Türkiye’deki hak ve özgürlükler üzerine haklı tespit ve eleştiriler getirirken diğer yandan Kıbrıs, Ege Adaları ve Doğu Akdeniz’deki çekişmeli menfaat konularını Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan üzerinden AB lehine yontuyor. En başındaki “Türkiye, AB’nin kilit bir ortağıdır” beyanı doğrudur. Fakat “tam üye adayı bir ülkedir” ibaresinin sahici olmadığını birkaç satır aşağısındaki “Türkiye’nin AB’ne katılma müzakereleri fiilen durduğu ve herhangi bir bölümü açmayı ve kapatmayı değerlendirmenin mümkün olmadığı” ifadesi ortaya koyuyor. Bununla birlikte tam üyelik müzakerelerinin durma noktasına gelmiş olması AB ve Türkiye’nin birbirlerinin kilit ortakları oldukları gerçeğini değiştirmiyor.

Eli kirli olanın temizine kim inanır?

Raporun yeni eklenen 3 no’lu “İyi Komşuluk İlişkileri ve Bölgesel İşbirliği” isimli başlığı altında çekişmeli Kıbrıs ve Ege Adaları konularında AB’nin Türkiye’ye yönelttiği eleştiriler açıkça haksız. AB, Kıbrıs’ın kökeninde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantör olduğu bir mesele olduğunu ve Kıbrıs’ı tam üyeliğe kabul ederek kendisini uyuşmazlığın bir parçası haline getirmiş olduğunu göz ardı ediyor. Kuzey’deki Türk nüfusu temsil etmeyen Güney’deki Rum yönetiminin Kıbrıs’ın tümünü temsil meşruiyetinin tartışmalı, aldığı katılma kararının da hukuken sorunlu olduğunu bile bile Kıbrıs’ı acele ile tam üyeliğe kabul etmiş olan AB; böylelikle mevcut siyasi sorunları kendisinin daha da derinleştirmiş ve çözümü zorlaştırmış olduğunu görmezden geliyor.

AB Adanın birleşmesine 2004’te Türk kesimi “evet” dediği halde Rum kesiminin “hayır” demesini önleyememiş ve çözüm fırsatının kaçırılmış olmasındaki sorumluluğunun da hesabını vermiyor. Bu durum dolayısıyla da AB’nin Doğu Akdeniz sorunları konusunda Türkiye’ye yönelttiği diğer eleştirilerin haklılığı, sorunun çözümüne desteği konusundaki beyanlarının samimiyeti haklı olarak sorgulanır hale geliyor.

AB Raporu “Güçlüyüm, haklıyım” diyor

AB, hukuksuz olarak Akdeniz’in ekonomik imkanlarına kendini ortak etmiş, hak iddia ediyor ve “güçlüyüm o halde haklıyım” der durumundadır. Ortada derenin üst tarafındaki kurdun, yemeye karar verdiği, derenin aşağı tarafında su içmekte olan koyuna “Suyumu niye bulandırıyorsun?” demesine benzer olan bir durum vardır.

Benzer bir tavrı uluslararası anlaşmalar gereğince silahtan arındırılmış olması gereken Ege adaları ve kayalıklar hakkında Türkiye ile Yunanistan arasında süregelen tartışmalar konusunda da sergiliyor AB raporu maalesef.

Bütün bunların AB’nin bir gizli ajandası olduğu şeklinde yorumlanabileceğini AB bilmiyor olabilir mi?

Dost, menfaati nedeniyle acıyı söyler

Kendi merceğinden, sanki başka seçenekleri de varmış edasıyla irdeliyor olsa da AB’nin en doğal ortağı olan Türkiye’nin acı gerçeklerini ortaya koyması her iki taraf için de çok değerlidir. Gerçekten de AB Komisyonu, kendi menfaati nedeniyle ileride tam üye olmasından kaçınamayacağı, kaçındığı takdirde ise tarihin en büyük fırsatını kaçırmış olacağı müstakbel ortağını kendi seviyesine getirmek amacıyla eleştiriyor elbette.

Ancak rapordaki demokrasi, yargı, hukukun üstünlüğü ve yolsuzlukla mücadele konusundaki acı tespitler Türkiye için bulunmaz değerdedir. Zira AB raporu, Türkiye’deki fikir önderlerinin neredeyse tamamı tarafından da dile getirilen eleştirileri doğruluyor ve güçlendiriyor. Bu temel konularda İçeriden bakanlarla dışarıdan bakanların aynı tespitlerde birleşiyor olması da eleştirilerin haklılığını ortaya koyuyor.

AB Raporu geleceğe bir umut ışığı yakılabilir mi?

AB Raporu yapılanmasının önceki yıllardakine göre oldukça ilerlediğini görüyoruz. 23 no’lu Yargı ve Temel Haklar 2.2.1’e; 24 no’lu Adalet, Özgürlük ve Güvenlik bölümü 2.2.2’ye getirilerek “Hukukun Üstünlüğü ve Temel Haklar” adı verilen 2.2. no’lu bölüm altında birleştirilmiş, 2.1’deki “İşleyen Demokratik Kurumlar ve Kamu Yönetimi Reformu” isimli bölümün hemen arkasına alınmış. 2.3 no’lu başlıkta Ekonomik kriterler, 2.4 no’lu başlıkta Kamu İhaleleri, İstatistikler ve Mali Kontroller sırasıyla yer alıyor. AB Raporu bu düzenleniş sırası ile tam üyelik görüşmeleri başlarsa izlenecek sıraya, başlamaz ise de Türkiye’nin öncelik vermesi gereken konulara ve AB için önem derecesine işaret ediyor.

Fırsatlar, doğrular ve yanlışlar

Beraber olduklarında Akdeniz Çanağının kuzey ve doğusunu kesintisiz kapsayan AB ve Türkiye’nin aralarında kültürel, jeostratejik, siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında devasa sinerjiler mevcut. Buna rağmen şimdiye kadar bütünleşmemiş olmaları ise sadece vizyon miyopluğu ve basiretsizlikle açıklanabilir. Zira iki taraf da ne 1964 tarihli “Ortaklık Anlaşmasını” ne de 1995 tarihli son kullanım tarihi çoktan geçmiş olan “Gümrük Birliğini” ortadan kaldırmayı düşünüyor ne de çağımızın gereklerine uyarlıyorlar. Her iki taraf da bu kadar önemli iki konuda “kararsız kalma” kararını vermiş görünüyorlar.

En önemlisi yargı sorunu

AB’nin Türkiye’ye yönelttiği eleştirilerin en ağırları 23 no’lu yani yargı ve temel haklar ile 24 no’lu adalet, özgürlük ve güvenlik bölümleri kapsamında kalan konular. Eski sıralamasında en arkalarda yer alan bu bölümlerin en öne alınmış olması aslında bu bölümlerin geri kalan bölümlerde ilerleme sağlanması için de bir anahtar niteliğinde olduğunu gösteriyor.

Gerçekten de Türkiye’nin en önde gelen sorunu olan yargı sorununun çözülmesi, temel haklar, adalet ve özgürlükler sorunlarının da kendiliğinden çözülmesini, ekonomik ve siyasi konularda kendiliğinden ilerleme sağlayarak Türkiye’yi hızla tam üye olabilir seviyeye gelmesini sağlayacaktır.

Aynı şekilde Türkiye, ilk aşamada yargı sorununu çözerek kendini tam üyelik için kapı aşındırır durumundan çıkarıp tam üyeliğe davet edilir ideal partner seviyesine çıkarabilir. Hem Türkiye’nin karar vericilerinin hem de AB yöneticilerinin bu fırsatı görmüyor, bu stratejik çözümü hızla gerçekleştirmek için harekete geçmiyor olması anlaşılabilir bir dar görüşlülük durumu olmayıp olsa olsa önyargılar veya gizli ajandalarla açıklanabilir

AB niçin geri pedal çeviriyor?

Türkiye ile AB arasındaki 1994 tarihli Gümrük Birliği anlaşması, adil olmayan ve sürdürülmesi zor olup taraflar arasındaki dengeyi sürekli olarak bozan ilişkileri kötüleştiren bir anlaşmadır. Türkiye’nin AB’nin üretim ve dağıtım üssü, büyük bir pazarı, ticaret ve güvenlik ortağı olduğu, AB’nin de Türkiye’nin en önemli pazarı olması sebebiyle taraflar arasında adil dengeyi (equilibrium) gözetmeden o günkü ekonomik ve siyasi şartların taraflara dikte ettirmiş olduğu için kerhen yapılmış zayıf bir anlaşmadır. Gümrük Birliğinin şimdiye kadar ayakta kalmış olmasının temel sebebi her iki tarafın da birbirine açıkça muhtaç olması sebebiyledir. 1994 yılında internet daha yeni ortaya çıkarken, sosyal medya diye bir fenomenin hiç bilinmediği, Çin’in ve Hindistan’ın dünya ticaret sahasına çıkmamış olduğu, AB’nin yeni nesil serbest ticaret anlaşmaları yapmamış olduğu bir dönemde acele ile yapıldı bu anlaşma.

Gümrük Birliğinin Türkiye’nin aleyhine çalıştığını, haksız ve adaletsiz olduğunu Türkiye iş dünyasında ve kamuoyunda herkes bilmektedir. Bu durum toplumda geniş bir çevrede AB karşıtı düşüncelerin serpilmesine, yayılmasına ve güçlenmesine neden olmaktadır. Bu anlaşmayı yeni şartlara uygun olarak güncellemenin acil bir ihtiyaç olduğu hem Türk hem de AB yetkililerine çoktan malum olmuş olmalıdır.

AB’nin, Türkiye aleyhine işleyen 1994’te, bundan 38 sene önceki şartlarda akdedilmiş olan Gümrük Birliğini güncellemekten kaçınıyor olması olsa olsa art niyetle ve bencil hipokrasi (yani çifte standart) ile açıklanabilir.

Menfaatleri uyuşanlar, neden uyuşmazlar?

Hem Türkiye ve hem de AB için en başta yapılması gereken iki temel ev ödevinden birincisi miadını çoktan doldurmuş olan Gümrük Birliğini hızlıca modernleştirmek ve içerdiği adaletsizlikleri gidererek adil bir hale getirmektir. İkincisi ise tam üyelik için 23 ve 24 no’lu bölümleri görüşmelere açmak, Türkiye’ye yöneltilen haklı eleştirileri giderecek düzenlemeleri yaparak bu iki bölümü hızlıca kapatmaktır. AB’nin Türkiye’ye en ağır eleştirileri yönelttiği, açılmasından hiçbir zarar görmeyeceği, tersine çok büyük faydalar elde edeceği bu iki bölümü açmıyor olmasının haklı hiçbir sebebi ve açıklaması yoktur.

Bununla birlikte AB bu iki bölümü açmasa bile Türkiye’nin kendisinin bu iki bölüme ilişkin eleştirileri gidermiyor olmasının da “ileri bir demokrasi ve hukuk devleti olmanın siyasi oligarşinin işine gelmiyor olması” sebebinden başka bir açıklaması da yoktur.

Mesele Türkiye’nin, AB’nin değil!

Türkiye’nin, AB’ye tam üye olmak için değil, ekonomisini güçlendirmek ve halkın refahını, böylece uluslararası alandaki gücünü ve etkisini sürdürülebilir artırmak için ileri bir demokrasi ve hukuk devleti olmaya, temel hak ve özgürlükleri güvence altına almaya acil ihtiyacı olduğu tartışmasızdır. Daha da önemlisi yargı bağımsızlığını sağlayıp güçler ayrılığını güçlendirerek ileri bir demokrasi haline gelmesi Türkiye’nin ekonomisini kısa zamanda hızla geliştirecek, ülkeyi kendiliğinden AB’nin seviye ve standartlarına yaklaştıracak veya getirecektir.

Özellikle Türkiye’deki karar vericilerin şunu bilmesi gerekir ki; esasen 23 ve 24 no’lu bölümlerin konusu Türkiye’nin AB’ne tam üye olması için yerine getirilmesi gereken bir kısım ön şartlar değildir. Bu iki bölüm Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakere edebilecek eşit taraf haline gelmesini, tabiri caizse iki tarafın da tango biliyor ve yapabiliyor olmasını sağlayacak hususlara dairdir.

Dış İşleri “Yok Hükmünde” deme bakanlığı değildir…

Başka ülkelerde devleti temsil ettiği için devletin yarısı, neredeyse devlet başkanı kadar yetkili ve etkili olduğu kabul edilen Dış İşleri Bakanlığının, raporun yayınlandığı gün yaptığı “tarafgirdir, hepten yanlıştır ve yok hükmündedir” şeklinde özetlenebilecek açıklaması kısmen haklı ancak genel yaklaşım olarak üzüntü vericidir.

Zira Türk kültürünün önemli bir parçasını oluşturan Ahi geleneğinde de kabul edildiği gibi erdem bir konunun her yönünü görmek ve göstermekle olur. Özellikle diplomaside aranan nötr ve dengeli iletişimin şartlarından birisi budur. AB’nin söz konusu gözlem raporunun demokrasi, yargı, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler konularındaki söylemleri oldukça isabetlidir ve bu tespitlere iktidar dışındaki çevrelerin neredeyse tamamı mutabıktır. Dolayısı ile AB raporu tamamıyla “yanlıştır” demek doğru değildir. Doğruları kabul etmek ise yanlışlar konusundaki beyanların itibar görmesinin ön şartıdır.

Öte yandan Prag’daki olumlu ve iyi niyetli konuşmalar rapora neden yansımadı demek de doğru yaklaşım değildir. Zira Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un fikrini ortaya attığı ve yeni yeni oluşturulmakta olan Avrupa Siyasi Topluluğu, AB bir evin sofası olarak kabul edilirse bahçe duvarının kapısının dış mandalı gibi bir şeydir. Prag’da yapılan ilk toplantıya İngiltere Başbakanı ile Türkiye Cumhurbaşkanının da davet edilmiş olması, herkesin iyi bildiği üzere AB üyeliği ile ilgili değildir. O toplantıda konuşulmuş olan sınama herhalde AB’ye yönelen değil, Avrupa Siyasi Topluluğuna yönelen sınamalardır.

Bu ikisini birbirine karıştırmak, ilk toplantıda ortak sınamalara karşı birlikte hareket etmenin ve işbirliğinin önemi hakkında konuşulmuş ve dayanışma ruhu ortaya konmuş olmasını AB’ye tam üyelik konusundaki raporun kaleme alınış şekline tevil etmeye çalışmak hiç de doğru değildir.

Hem AB hem de Türkiye liderlerinin, ilişkilerinde yeni kapılar açacak ve yeni seviyelerin gerçekleşmesini sağlayacak bu fırsatları görmesi ve en kısa zamanda gerçekleştirmek için harekete geçmeleri dileğiyle.

Diğer Yazılar
“Yargı ve hukuktaki sorunlar ve sıkıntılar kendini enflasyon, kur baskısı, halkın fakirleşmesi gibi ekonomik sorunlar olarak da ortaya koyuyor. Aralarındaki bağlantıyı inceleyince hukukun ve ekonominin birbirinden ayrı değil, aynı paranın…

11 dk.

31 Mart’taki yerel seçimler için gittikçe hızlanan yarış, belediyelerdeki yolsuzluk pastasına sahip olmak için mi yoksa halka hizmet için mi? Can yakan yüksek enflasyon, niçin Eylül 2021’den itibaren adeta zoraki…

3 dk.

Türkiye, sözde halkın kendi kendisini yönettiği bir demokrasi. Ama temiz su getirmek, atıkları götürmek, sokakları temizlemek dahil günlük hayatı yakından ilgilendiren işleri yapan belediyelere başkan adaylarını, birkaç istisna hariç, oligarşik…

3 dk.