İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ekibinin tutuklu olduğu örgütlü suç soruşturmasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3,900’e yakın sayfalık iddianame düzenlendiği açıklandı. Sosyal medyada dolaşan bir PDF belgenin iddianamenin tamamı olduğu söyleniyor. Sanırım iddianamenin tam sureti olduğunu düşünerek bu belgeyi okuyan bir kısım kanaat önderleri kanaatlerini kamuoyu ile paylaşıyorlar.
CHP yapınca suç olan icraat
Taha Akyol, Karar.com’daki 14 Kasım 2025 tarihli yazısında: “İBB iddianamesinde suç sayılan birçok fiil, öteden beri ve AK Partili belediyelerce de uygulanan icraat; ihale alan şirketten, kamu yararına bağış istenmesi. CHP’ye gelince suç oldu. Nitekim savcı bu fiilleri sadece CHP dönemi için araştırdı, İBB’nin AK Partili dönemine gözünü kapadı. İddianamede hukuk-ötesi bir siyasi suçlama dili var: İmamoğlu, Cumhurbaşkanı olunca ‘rüşvet, usulsüzlük ve yolsuzluk çarkını ülke geneline yayılmasını hedefliyor’muş” diyor.
Bu icraatların varlığını ve ne kadar yaygın olduğunu iyi bilirim; bunun ülkemizi sarmaşık gibi sarmış, çok eskiden beri süren ölümcül bir yönetim kültürü olduğunu belirterek kıdemli gazeteci Akyol’un tespitine katılırım.
Dalan Döneminden Bir Örnek
Azimli fakat geçimini zor temin eden genç bir avukat iken ufak tefek marka, tahsilat işlerini yaptığım büyük şirketin Balat’taki fabrikası Dalan döneminde hukuksuz olarak yıkılmış, arsası ise yok pahasına kamulaştırılmıştı. Belediyeden hakkını hukuk yoluyla alacağına inanmayan şirket sahipleri belki bir şey çıkarırım umuduyla kamulaştırma bedelini artırma davasını bana verdiler. Davayı kazandım; fabrika binası ve arsa için mahkeme, Belediye’nin bugünün parası ile 900 Milyon TL’yı aşan bir bedeli şirkete ödemesine karar verdi. Kararı icraya koydum fakat haczedecek malı olmayan Belediye, “param yok, olanı da kamu hizmetine tahsisli” diyerek parayı ödemiyordu. Neredeyse her gün “ne zaman ödenir” diye sormaya gittiğim Belediyenin muhasebe görevlileri ile ahbap olmuştuk. Kapılarında yüzüm göründüğünde başlarını geriye kaldırıp “cık” çekmelerinden “bugün de sana para yok” cevabını alıyor, geri dönüp şirket patronuna rapor ediyordum.
Dalan’ın seçimi kaybedeceğinin belli olduğu seçimden üç gün önce patron, seçimden sonra tahsilatın daha da uzayacağı düşüncesiyle “içinden ne kadar istiyorlarsa alsınlar, paramızı ödesinler” talimatıyla” bana parayı tahsil etme görevi verdi. Utana sıkıla ve yetkililer tarafından üst makamlara yönlendirilerek yaptığım girişim sonucunda, Belediye aynı gün parayı yüzde 10 eksiğiyle icra dairesine ödedi.
Geride kalan %10 paraya ne oldu bilmiyorum. Hukuka bir aykırılık olduğu açıkça ortada fakat ne olduğu kafa karıştırır. Bu durum, memurların vatandaşı zorda bırakarak giriştiği irtikap mıdır, rüşvet midir, nedir?
Siyasetçi – iş insanı karşılıklı göbek bağı
Ülkemizde başkanlık gibi yöneticilik görevlerine seçilenler, görevlerini yapmaları için verilen yetkileri “bu dağların kralı benim” edasıyla keyfi ve hukuka uyarsız kullanma kültürü geliştirdiler. Kamudan ihale alan firmalardan bazı işleri bedava yapmalarını, cami yapımına yardım etmelerini, futbol kulübüne bağış yapmalarını ve benzeri şeyler isterler. Yöneticiler öyle hayasız hale gelebilirler ki; düzgün iş yapanların işlerine çomak bile sokabilir ve hatta çökebilirler.
Yönetici – iş insanı mütekabil gözetmesi
Yöneticilerle işini tutturan, güven oluşturabilen bir kısım iş insanlarına yeni projeler, imar izinleri, emsal artışları, imtiyazlar ve benzeri yollardan kamusal kaynakları akıtırlar, adil ve makul olanın çok üstünde kazanmalarını sağlarlar. Karşılığında ise iş insanları yöneticilere, banka hesaplarına veya gösterdikleri kişilere olağan şartlarda açıklanamayan garip ve gizli bağışlar yaparlar ve hatta rüşvet verirler. Bu paraların bir kısmı kamu görevlilerinin cebine giderken önemli bir kısmı da siyasi partilerin mutemet kimselerinde birikir. Bu döngü böylece sürüp gider ve sonucunda yöneticiler ile iş insanları arasında birbirlerini karşılıklı olarak görüp, kollayıp besledikleri mütekabil göbek bağı oluşur. İş insanları siyasetçilerden siyasetçiler iş insanlarından beslenir ve semirirler. Aralarındaki denge, bazen siyasetçiler bazen de iş insanları lehine bozulur. Ancak, akıllı ve hep kazanmakla övünen iş insanları kendilerini korumak ya da çıkacak fırsatlardan pay alabilmek için iktidar tarafına da muhalefete de yatırım ve yardım yaparlar.
Siyasetin illegal finansmanı
Mümtaz’er Türköne, Medyascope’ta Ruşen Çakır ile yaptığı video söyleşide bütün bunların “siyasetin illegal finansmanı” olduğunu söyledi. Fakat akademiye hâkim olan bu betimleme acı gerçeği ifade etmekten uzak. Çünkü gerçekte olan usule aykırı finansman değil, kamu yetkileri kötüye kullanılarak işlenen suçlar yoluyla elde edilen gelir ve sair kaynakların siyasetin finansmanı için kullanılmasıdır. Bu da en masum haliyle siyasi amaçlar için örgütlenenlerin bu amaç için bu suçları örgütlü olarak işlemesiyle, meşru örgütlerin gayrı meşru örgüt işlevi göstermelerine neden olur. Böyle olduğu için de siyasete adımını atanların pek çoğu ya aktif olarak yolsuzluğa bulaşır ya da bunlara sessiz kalmak zorunda kalır. Siyasi partilere hazine yardımı yapılması bunu önlemeye yetmez.
Ekonomi kapasitesinin dörtte üçünü kaybediyor
Toplumda adalet inancının en düşük seviyelere düşmesine neden olan bu marazlı durum ülkemizi öldürücü bir sarmaşık gibi toplumu sarmış olup 7’den 70’e hepimize ciddi zararlar vermektedir. 3 Milyon 700 bini aşan işletmelerimizin yüzde 99,9’unun bodur, katma değer üretiminin gerçek kapasitenin dörtte birinde kalmasına, ulusal itimat edilirliğimizin zedelenerek girişimcilerimizin uluslararası alanda iş yapmasının ciddi olarak zorlaşmasına neden olan bu hastalıklı durum, zenginlik içinde yüzmesi gereken ülkemizin dış finansmana ve yatırıma muhtaç olmasının da temel sebebidir.
Her Yık Milli Gelirin Yüzde 10’u
İsviçreli bir bankacı arkadaşımın, doğruluğuna onuru üzerine yemin ederek söylediğine göre bu hastalıklı yapılanma nedeniyle ülkemizden “1970’lerden bu yana milli gelirin yüzde 10’undan az olmayan meşru ve gayri meşru yollardan edinilen servetler ülke dışına kaçıyor, ‘Türkler Londra’da mahalle satın aldı’ haberleri de bunun sonucunda çıkıyor” Şehirlerimizde sıkça gördüğümüz mimari gariplikler, kökeni belirsiz servet sahipleri ile yeni tür züppe zenginleri ortaya çıkaran bu çirkin durum milli servetimizin ve yüksek katma değer üreten insan kaynaklarımızın başka ülkelere kaçmasına neden oluyor.
Bu marazdan toplumu tümden ve bir an önce kurtarmak kamusal yetkilerin in çoğunu verdiğimiz yargının ve savcıların en öncelikli görevi olmak zorunda.
Başsavcılık siyasetçiler ile iş insanlarını suçluyor
Hakkındaki tartışmalar ve attığı suçların kanıtlanıp kanıtlanmayacağı bir kenara, Taha Akyol’un yazısı çerçevesinde bakıldığında İmamoğlu hakkındaki iddianame ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı İBB’nin İmamoğlu dönemi bağlamında -iktidar ya da muhalefet fark ekmeden- yönetici siyasetçiler ve emirlerindeki kamu görevlileri ile onlarla iş yapan iş insanlarını suçlamış oluyor.
İstanbul Başsavcılığının “örgüt” içtihadı
Diğer yönüyle ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “siyasi amaçlar için ya da kamu işlerini görmek için kanuna göre örgütlenerek çalışan kimselerin bu hazır örgütlenme içindeki görev ve yetkilerini suç işlemek amacıyla kullanmasının da örgüt suçu olduğunu ve 4483 sayılı memurların suçlarını soruşturma usulüne dair kanundaki soruşturma ve önceden izin alma şartlarına tabi olmadığına dair bir içtihat oluşturdu.
O halde savcılıklar ne duruyor?
O halde ülkenin her yerindeki cumhuriyet savcılıklarının benzer durumdaki bütün olayları ve kişileri soruşturmaları gerekmiyor mu? Böylece, iktidar mücadelesine girişenlerin bu tür şeylerden uzak durmalarını yargının hukuk yoluyla sağlanabileceği ortada değil mi?